Gülen cemaatinin Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın 1990’lı yıllarda yaptığı çeşitli organizasyonlarla kamusal alanda daha görünür hale gelmesi aslında buna paralel olarak kamuda, iş dünyasında, eğitim hayatında kısaca sosyal dinamiklerde sayısal olarak mevcudiyetini artırdığının da bir göstergesiydi. Doğaldır ve öyle de olmuştur ki bu sayısal mevcudiyet toplum dinamiklerine yön verme, çeşitli reel politik konuları şekillendirme gibi bir ajanda da takip edecekti. Bu noktada mahrem birimlerin toplum dinamiklerini kendi amaçları doğrultusunda şekillendirmeyi amaçlayan çeşitli bürokratik, hukuki, siyasi, ekonomik ve kültürel operasyonlar yaptıklarını ve hadiseler zincirini bir döneme kadar etkilemeyi başardıklarını da söyleyebiliriz.
Yapının devasa boyutlara (ekonomi/insan gücü/müesseseleşme anlamında) ulaştığı 2000’lerin sonlarından itibaren de çeşitli Devlet politikalarını belirlemeye, yönlendirmeye, çıkarlarıyla uyuşmuyorsa da her türlü vasıtayı kullanarak engellemeye yönelik saldırgan bir tutum izlediğini görüyoruz. Bunun en somut örneklerinden birisi de Kürt sorunu ve çözüm süreçleri döneminde yaşanmıştır.
Cemaatin Kürt sorununa ilişkin dönemler itibariyle gösterdiği yaklaşımları ve politikaları bazı Kürt siyasetçi ve akademisyenin görüşlerine de başvurarak inceleyelim.
Son günlerde sosyal medyada cemaat mensupları ile bazı Kürt şahıslar arasında KCK operasyonlarının nedenleri ve yapılış biçimi başta olmak üzere cemaatin Kürt sorununa bakış açısı hakkında bir dizi tartışma yaşanmaktadır.
Cemaat mensupları genel olarak 2009 yılında Kürt kökenli siyasetçi ve basın mensuplarına yönelik yapılan KCK soruşturmalarını gerçekleştiren kolluk ve yargı mensuplarının hükümetin talimatlarına göre hareket ettiklerini ve bu kamu görevlilerinin kanuna uygun biçimde soruşturmalarını gerçekleştirdiklerini savunmaktadırlar.
Kürt kökenli oldukları düşünülen bazı sosyal medya kullanıcıları ise; cemaatin uzun yıllardır Doğu ve Güneydoğu’da eğitim, sosyal yardım, sağlık hizmetleri vb. konularda hizmet sunmak suretiyle dini ve manevi değerler üzerinden Kürt nüfusunu asimile etmeyi, devlet dilini kullanarak Kürtçü oluşumları etkisiz kılmayı amaçladığını iddia etmektedirler.
Demokratik/ılımlı görüşe sahip Kürtler de Cemaatin geçmişte ülkenin doğusunda devlet ideolojisi ve söylemiyle hareket ederek Kürt vatandaşlarının asimile edilmesine sessiz kalarak Kürtlere uygulanan ayrımcı politikalara itiraz etmediğini, bu nedenle 15 Temmuz sonrasında Cemaate yönelik yapılan operasyonlarda cemaatin muhafazakâr, Kürt veya solcu hiçbir gruptan güçlü destek alamadığını dillendiriyorlar.
Ayrıca sosyal medyada Gülen’in geçmişte yaptığı bazı sohbetler veya basına verdiği demeçlerin yanı sıra Zaman gazetesine ait birtakım kupürler paylaşmak suretiyle cemaat lideri Gülen’in nezdinde cemaatin Kürtlere karşı bakış açısı eleştirilmektedir.
Cemaate sempati besleyen veya bizzat cemaat yönlendirmesiyle hareket eden bazı bürokratlar marifetiyle 2009 yılında hazırlanan KCK davalarına cemaat ve hükümet medyasında geniş bir destek verildi. Böylece askeri vesayet ile mücadele edildiği, devletin kangren haline gelen terör belasının kökünün kazanacağı vb. söylemlerle STV’de veya Zaman gazetesinde söz konusu davalara geniş destekler verildi.


15 Temmuz darbesinde tutuklanan çok sayıda kamu görevlisinin geçmişteki Ergenekon, Balyoz ve KCK yargılamalarında sorumlu rol oynadıkları anlaşıldı. Türkiye’de darbe girişiminin arkasındaki Gülen cemaati mahrem yapılanması birçok alanda olduğu gibi özellikle Kürt meselesinin barışçıl yollardan çözülmesi konusunda da hükümetin önüne çeşitli engeller çıkardığı ortaya çıktı. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 2005 yılında Kürt sorununun çözümü için Diyarbakır mitinginde start verdiğinde daha o zaman cemaat medyası tarafından çocuk ve kadın katili terör örgütü ile masaya oturmasını eleştirilmeye başlanmıştı.
Cemaat medyası KCK operasyonu esnasında da Kürt siyasetinin önemli isimlerinin Diyarbakır Adliyesi’nin bahçesinde kelepçeli bir şekilde sıraya dizilerek çekilen fotoğrafı manşet yapmasıyla hafızalara kazındı. 2007 yılında başlatılan çözüm sürecine büyük darbe vuran KCK operasyonlarında cemaatin Kürt sorununa dair kendi ajandasını uygulayabilmek adına soruşturmalarda siyasi otoriteyi yanlış yönlendiren bazı raporlar hazırladığı veya yanlış yönlendirmelerde bulunduğu çeşitli kumpas iddianamelerine yansıdı.


KHK ile kapatılan Taraf gazetesinde yazan Polis Akademisi eski öğretim üyesi Önder Aytaç, Aralık 2009’da yazdığı bir yazıda “bu operasyon (KCK operasyonu) geç kalmış bir operasyondur. Eğer zamanında yapılsaydı Tokat’taki (Reşadiye) saldırı da olmazdı” hususlarına yer vermişti. Cemaat ile bağı her kesim tarafından bilinen Ö.Aytaç, KCK’nın Ergenekon ile de ortak çıkarı olduğunu da öne sürerek KCK operasyonlarına olan desteğini açıktan ilan etmişti.
Ayrıca Kürt siyasetinin önünün açılmasına yönelik adımlar atıldıkça cemaat mensubu olan yargı mensupları KCK davalarıyla Kürt siyasetçilerinin cezaevine atılmasında önemli rol oynadı. 2009’da MİT ve PKK temsilcileri arasında Oslo’da yürütülen gizli görüşmeler de yine cemaat tarafından sızdırılarak görüşmelerin önü kesilmeye çalışıldı.
PKK ile ateşkes sürerken Temmuz 2011’de 13 askerin PKK saldırısıyla öldürülmelerinde de cemaatin kumpası olduğuna yönelik iddialar konuşuldu. Aralık 2011’de Şırnak/Uludere’de 34 vatandaşın hava operasyonunda öldürülmelerinin altından da yine cemaatçi komutanlar çıktı. Çatışmaların sona ermesi için PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşen MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında dava açıp onu cezaevine atmak isteyenler de yine cemaatçi hâkim ve savcılardı. Son olarak 2015 Temmuz ayında çözüm sürecinin sona ermesine yol açan Şanlıurfa-Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesinde de cemaatin rolü olduğuna yönelik çeşitli iddialar ortaya atıldı.
HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 12 Ekim 2022’de halktv.com.tr de yayınlanan röportajında Gazete Duvar muhabiri Nergis DEMİRKAYA’nın “Haziran-1 Kasım 2015 tarihleri arasında yaşanan hendek olaylarına” dair sorusuna;

“Siz gazetecilerden bir de ricam var, o dönemde sokağa çıkma yasağı uygulanan ve yakılıp yıkılan şehirlerde operasyon sorumlusu komutanlar kimlerdir ve sonları ne oldu, buna bir bakın lütfen. Ben mahkemede savunmam sırasında bunları kayda geçtim” şeklinde cevap vererek hendek olaylarında görev yapan ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüne kalkışan komutanlara yani cemaatin askeri mahrem yapılanmasına işarette bulunmuştur.

Cemaatin Kürt sorununun çözümüne karşı çıkardığı zorluklarla ilgili olarak HDP’li Mithat Sancar ise; “Kürt sorununun çözümünü akamete uğratan tüm olaylarda bunlar rol aldı. Bu cemaat yapılanmasının adının geçtiği tüm olayların Meclis tarafından bir araştırma önergesi verdiklerini ayrıca bu darbe girişiminden tutuklanan hâkim ve savcıların baktığı tüm davaların düşürülmesi yönünde kanun teklifi hazırladıklarını bildirdi.
“Bu cemaat başından beri Kürt meselesinde büyük yıkıcı rol oynadı. Oslo’da, Silvan olayında, Uludere’de ve MİT olayında Kürt sorununun çözümünü akamete uğratan tüm olaylarda bunlar rol aldı” şeklinde açıklamalar yaptı.

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Çoşkun ise; Gülen’in PKK’yı paralel devlet olarak gördüğünü ifade ederek, “Gülen’e göre yürütülen süreçte devletin itibarı göz önünde tutulmuyordu ve bu da kendileri açısından bir rahatsızlık sebebiydi. Gülen, bugün kendi cemaatini tarif etmek için kullanılan “paralel devlet” kavramını o sıralar PKK’ya yöneltiyordu. Devletin dün “çocuk katili” olarak gördüğü kişiyle bugün görüşmeler yapmasının PKK’yı bir nevi paralel devlete dönüştürdüğünü” belirtiyordu.

V.COŞKUN’a göre “Gülen, hükümetin PKK ile görüşerek sorunu çözmeye çalışmasına sıcak bakmıyordu. Öteden beri Cemaat’in, PKK ile görüşülerek sorunu çözme siyasetine itirazı vardı. Ve bu itirazını, yargı ve emniyetteki gücünü defalarca gösterdi. Mesela 2009’daki KCK operasyonlarını ve 2012’deki 7 Şubat hadisesini de bu bağlamda değerlendirmek gerek. Gülen Cemaati, iktidarın siyasi tercihini yargı ve emniyetteki güçleri aracılığıyla boşa çıkarmak istedi ve bunun için tüm gücünü seferber etmekten çekinmedi.”
Gülen Cemaati tüm engellere rağmen Kürt sorununun çözülmesi halinde bölgedeki nüfuzunun azalacağı endişesi taşıdığı için Kürtçe yayın yapan radyo ve televizyon kanalarının açılması, Kürtçe haberler yayınlaması ve üniversitelerde Kürtçe bölümlerin açılması gibi demokratik açılım adımlarına destek vermek durumunda kaldı.
Hatta 2008’den itibaren atama/karar alma mekanizmalarında etkili olduğu Mülkiye yapılanmasını kullanarak bölgedeki ilçelere Kürt kökenli ve Kürtçe bilen mahrem yapı mensubu Kaymakamların atanması gibi bir politika geliştirilerek hayata geçirildi. Bununla bölge halkı ve Devlet arasındaki uçurumların kapatılmasının hedeflendiği, projeyi F.Gülen’in çok beğendiği ve önem verdiği de yapı içerisinde bilinen gerçeklerdendir.


Gülen cemaati Kürtçe anadilde eğitimden yana olabileceğini, Kuzey Irak’ta Gülen cemaatine ait olan 35 okulda Kürtçe eğitim verdiğini ve alt yapılarının olduğunu açıktan dillendirdi. Eğer devlet yasal mevzuatlar çıkarırsa bu deneyimlerini Türkiye’de de kullanabileceklerini vurguladılar. Gülen daha önceki bir sohbetinde; “Kürtlere kendi dilinde seslenerek onların kılcal damarlarına girmeliyiz” şeklinde ifadeler kullanmıştı.Yani Gülen anadilde eğitimi, Kürtlerin doğal bir hakkı olmaktan çok, Kürtleri dinsel olarak kontrol altına almanın bir aracı haline getirmekten bahsediyordu.

Hükümetin başlatmış olduğu çözüm sürecine dair Kürt vatandaşların zihinlerinde şüpheler doğuran KCK davalarını canla başla savunan cemaate ait Zaman, Bugün, STV vb. kurumlarda görev yapan az sayıdaki medya yöneticisi 15 Temmuz darbe girişiminden sonra geçmişte Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarına ilişkin yayın politikalarından pişmanlık duydukları yönünde açıklamalar yaptılar.

Zaman gazetesinin son Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici, 2017 yılında Artı Gerçek’ten Evrim Kurdoğlu’na verdiği röportajda geçmiş döneme dair pişmanlıklarını aşağıdaki şekilde özetledi.

“Bugün HDP’li belediyelere kayyım atanması, HDP lideri Demirtaş ve diğer vekillerin tutuklanması nasıl Erdoğan’ın kararı ise dünkü KCK soruşturmaları da Erdoğan’ın talimatıydı. Erdoğan, Ergenekon davalarında yaptığı gibi önce savcısıyım dediği halde sonra tüm faturayı cemaate yıktığı gibi, PKK/KCK konusunda da aynısını yaptı. Öcalan ile görüşmelere başlayınca önceki dönemin faturasının birilerine kesilmesi gerekiyordu ve sorumluluk cemaate atıldı. Erdoğan’ın talimatıyla yapılan KCK operasyonlarını Hizmet’e yakın medyaların desteklemesi de bu algıyı kolaylaştırdı. Halbuki Zaman, STV gibi medyalar, soğukkanlı davransa ve özellikle seçilmişleri hedef alan operasyonları eleştirseydi bunu yapmak kolay olmazdı.
Barış sürecine ben gazeteci olarak destek verdim. Yöntem olarak eleştirilerimi dile getiriyordum. Maalesef bu konuda da haklı çıktık ve ortada ne barış ne süreç kaldı. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı olan Rahmetli Cemal Uşşak biliyorsunuz akil adamlar heyetinde yer aldı. Gülen, “sulh hayırdır, hayır sulhtadır” diye sürece dair olumlu açıklama yaptı. Hatta “barış için el de öpülebilir etek de” şeklinde açıklaması da vardır. Gülen Rûdaw gazetesine verdiği mülakatta Kürtlerin temel haklarının pazarlık konusu yapılamayacağını ve Türkiye’nin dünyanın her yerindeki Kürtlere sahip çıkması gerektiğini söylemişti. Maalesef bu olumlu mesajlar, AKP ve PKK’nın algı operasyonlarına ve Hizmete yakın medyanın Kürtler konusundaki kimi yanlışlarına takıldı. Cemaatin Kürt karşıtı gibi algılanması
kadar yanlış bir şey olamaz. Kürtlerin mağduriyetlerini anladıkça kendimi Kürt gibi hissediyorum.”

Cemaatin 160’tan fazla ülkede okullar açarak o ülkelerin dilinin ve kültürünü öğrenerek İslam’ı ve Türk kültürünü tanıtmayı ve bu okullarda yetiştirdiği öğrencilere Türkçe öğreterek olimpiyatlar düzenleyerek milliyetçi bir profil sergilemesi de dikkat çekiciydi. Zira Kürt nüfusunun yoğun olduğu illerde acıktıkları dershanelerde veya kolejlerde görev yapan öğretmenler ve yöneticiler Kürtçe konuşulmaması için öğrencilere de uyarılarda bulunurdu. Ayrıca cemaat evlerinde kalan Kürt öğrencilere de evlerde Kürtçe konuşmamaları yönünde uyarılar yapılırdı.
Öte yandan cemaat içerisindeki Kürt kökenli cemaat mensubu sayısı %30 civarında olmasına rağmen üst düzey yöneticiler arasında bir elin parmağını geçmeyen Kürt yöneticisinin bulunması, mahrem birimlerde orta ve üst seviyede yönetici pozisyonlarında ise Kürt kökenli kimsenin olmaması cemaatin Kürtlere ve Kürtlüğe yaklaşımını da özetlemektedir.

Ayrıca 1990’lı yıllardan sonra Doğu ve Güneydoğu illerinde dershane ve okuma salonları açmak suretiyle taban kazanmaya başlaması akabinde Gülen; geçmişteki yoğun milliyetçi söylemlerinde tedbir yapma veya nabza göre şerbet verme politikasına uygun biçimde hoşgörü ve diyalog sosu verilerek yumuşaya gitmiştir
15 Temmuz sonrasında da firar eden çok sayıda cemaat mensubu farklı ülkelerde 1980’lerden sonra Batıya göç etmek durumunda kalan Kürtler gibi mülteci statüsünde yaşamaya başladılar. Firar eden özellikle Kürt kökenli cemaat mensuplarının çoğunun; PKK terör örgütünün Devlet karşıtı bazı argümanlarına sempati duymaya başladıklarını ve 15 Temmuz’dan sonra Kürtlerin mağduriyetini daha iyi anladıklarını açıkça dillendirerek hükümete karşı ortak mücadele edilmesi gerektiği yönünde paylaşımlar yaptıklarını görüyoruz.
Fakat geçtiğimiz günlerde Paris’te düzenlenen saldırıda üç Kürt’ün öldürülmesi sonrasında, cemaate müzahir sosyal medya hesaplarından Paris sokaklarında yapılan şiddetli gösteriler sonrasında Kürtlerin ırkçı eylemler yaparak sığınma haklarını suiistimal ettiklerini ve kendileri gibi cemaat mensubu diğer mültecileri zor durumda bıraktıklarını söyleyerek ağır eleştiriler paylaşımlar yapıldı.
Yabancı düşmanlığı motivasyonu ile yapılan bir eylemden sonra dahi cemaatin Kürtler ile ortak statüleri olan “göçmenlik” paydasında güçlü bir destek dili kullanamamaları, 15 Temmuz sonrasında terkettikleri “devletçi zihniyet”in izlerini ironik şekilde taşımaya devam etmeleri aslında “kadrocu ve işgalci mahrem zihnin” hâlâ canlı olduğunun da bir göstergesidir.
Sonuç olarak yukarıda da özetlendiği üzere cemaat mahrem birimleri ekonomik, siyasi, sosyal bakımdan ülkemize ağır maliyetlere neden olan ve milli birliğimizi tehdit eden etnik terörün çözülmesi adına ortaya konan projelere engel olarak ülkemizin gelişmesine ciddi engeller çıkarmıştır. Diğer taraftan yaklaşır yarım asırdır milli ve manevi değerlerimizi sömürerek ülkemize ağır zarar veren cemaatin mahrem birimlerinin sosyal medyadaki destekçileri geçmişte yaptıkları hukuksuzluklarla bir ilgileri yokmuş gibi davranarak cemaatin Kürtlerle bir sorunlarının olmadıklarını iddia ederek kendi geçmişleriyle çelişmektedirler.