Şu anda af ve mağfiret ayı olan Ramazan ve Ramazan’ın mağfiret çiçeği Kadir Gecesini sümbül verecek mübarek üç aylar içindeyiz. Rabbim bu günler-geceler hürmetine dualarımıza icabet buyursun. Amin.
Nice kandiller, bayramlar geçti ama cemaat mensupları için bahsedilen, değişik hal ve şekillerde müjdelenen ve vadedilen BAHAR gelmedi. Hani herkesin kıyameti kendi başına kopar ya belki de herkesin Baharı kendisi için gelmeliydi. Ama cemaat olma, aynı mefkure etrafında toplanmış olmanın verdiği sorumlulukla hep toplu bir necat(kurtuluş) bekleyip durduk. Hocaefendi’den gelen notlarda, abilerin anlattığı yakaza ve rüyalarda zaman da verilerek insanlar kandırıldı. Umut tacirliği dedi birileri, ben “umut hırsızlığı” diyeceğim.
İnsanlarımızın yarınlarını çaldığımız gibi umutlarını çalmaktan da haya etmedik. Tırnak mesafesi kaldı diyordu Hocaefendi, 2017’deki notlardan birinde. Çok sevdiğim bir insanın haklı serzenişi, ne tırnağı bu acaba (uzun süre ona kulak asmasam da sonunda aynı noktaya geldik) bir türlü bitmek bilmedi demişti. 17/25 Aralık sonrasında yapılan “mübâhele duası” için de tarihler verildi, bir yıl dendi üç yıl dendi ama aradan neredeyse 9 sancılı yıl geçti. Ateş her cemaat ferdinin evine düştü. Rabbimizden gelene hoş sefa geldin diyerek karşılamak her samimi müminin tavrı olmalı, ama bunu bir cemaat beklentisi olarak duymak artık masum gönülleri zedeleyen bir hal aldı. O gün doğan çocuklar nerdeyse ilkokuldan mezun olacaklar, bu çocukların anne-baba özleminin Hakkı nasıl verilecek acaba?
Bugün tutuklu askeri öğrenciler ile ilgili bir algı yürütmeye devam ediliyor cemaatin sahte kalemşorları tarafından. Tabii ki hasta-yaşlı-çocuk-askeri öğrenci ve bence kadın tutuklular için yeniden bir değerlendirme yapılmalı ve bu konuda ki hak ihlallerine acilen bir çözüm üretilmeli. Ben işe cemaat tarafından bakmak istiyorum, iradesi tutsak olan mensuplar yüzünden mağduriyet yaşayan kadın-yaşlı-çocukların hakları ne olacak? Hasta anne babasını burada yalnız bırakıp davası (!) uğruna yurtdışına kaçanlar neyin hak savaşında? Türkiye’de çocuklarını eşlerini bırakıp giden mahrem abiler hala bahar türküleriyle mi avutuyorlar çocuklarını? Tüm dünyayı kasıp kavuran Covid hastalığı için bile cemaatin ahı diyenlere artık kulaklarımızı tıkamak gerekmiyor mu? (Haşa) Sanki Allah iradesini cemaatin eline vermiş gibi konuşan laf ebelerini tarihin tozlu sayfalarına gömmek gerekmez mi?
Artık gelinen noktada cemaat olmadan da insanların dinini gayet rahat yaşayabildikleri açıkça ortada. Hem de abi-ablaların baskısı olmadan (şefkat tokatları, aman, aman, aman). Üç aylar demişken cemaatin özellikle Ramazan’a başlama, dini bayramların kutlanması konularında ABD’deki kamptan onay beklediğini de söyleyeyim. Yıllar içinde insanlar oruca başlarken hiç sorgulamadan biz yedik, onlar bayram ederken biz oruç tuttuk.
Tüm bu yapılanların, bu hikayelerin tek bir sebebi vardı o da mahrem yapıları/birimleri saklamak ve devam ettirmek. Çünkü önce Türkiye’nin sonra dünyanın kurtuluşu buna bağlıydı “mahrem abileminde”. Bu sebeple söylüyorum cemaatteki en büyük umut hırsızları arkasına-sözlerine Hocaefendi’yi de alarak konuşan mahrem abilerdir. Asker-polis ve diğer hassas kurumlarda çalışan ve cemaat içinde “öğrenci” olarak tabir edilen insanlar çile havuzunu doldurmaya devam etsinler ki yurtdışında havuzu başında keyif yapan abilerin çay bardakları dolmaya devam etsin.
Bu mahrem abi(!)’ler yıllarca “TEDBİR” adı altında yalan söyletilen masum insanların yakasından düşsün artık. Fakat bunca ifşa edilmiş işlere rağmen hala aynı sadakatle duran cemaat mensuplarının masumiyetleri de sorgulanabilir. Onlara da yine cemaatin sohbetler sık sık kullanılan klişelerinden zarara kendi rızasıyla gidene merhamet edilmez düsturunu hatırlatmak istiyorum. Mahrem abiler operasyonlar sonucu sıkıştıkça daha saldırgan olmaya başladılar ve bekaları için önce kendi insanını hatta Türkiye’yi yakacak faaliyetlere imza attılar.
15 Temmuz bir milattı birçok şey için, adı 15 Temmuz olmasaydı başka bir tarih olurdu, ama bu en nihayetinde cemaatin karanlık (mahrem) yüzünün ortaya çıkmasını engelleyemezdi. Bu arada aklıma STV dizilerindeki karanlık masa toplantıları geldi, dizinin en çarpıcı sahneleriydi bunlar. Rol yapılmıyormuş demek ki, bizzat kendileri karanlık olanların ekrana yansımasıymış.
Sonuç olarak cemaate Allah rızası için girmiş ve yıllarca canla başla ülkenin selameti için çalışmış (çalıştığına inanmış) masumiyetlerini cemaatin tekeline vermiş insanlarımızın uyanmalarını ve kendilerine karşı rol yapan şahıslara bir daha inanmamalarını dilerim.