"Enter"a basıp içeriğe geçin

Hîle-i Şer’iyye Modernitesi

(Cemaati İçten İçe Tüketen Maslahatçılık Marazı)

17. Meşakkat teysiri celbeder.

20. Zarar izale olunur.

21. Zaruretler memnu olan şeyleri mübah kılar.

26. Zarar-ı âmmı def için zarar-ı has ihtiyar olunur.

30. Def’i mefasid celb-i menafiden evlâdır.

39. Ezmanın tagayyuru ile ahkâmın tagayyuru inkâr olunamaz.

45. Örf ile tayin nass ile tayin gibidir

(Mecelle’nin Külli Kaidelerinden)

“Maslahat” Arapçadan dilimize geçmiş, iyi olan, iyiliğe yol açan, fayda getiren, hayır sağlanan şey anlamında kullanılan bir kelime olup, kötülük, fenalık, fitne, fesat; bunlara sebep olan azdırma, kışkırtma, münafıklık etme gibi ahlak dışı her türlü davranış anlamına gelen “mefsedet”in zıt anlamı olarak kullanılmaktadır.

İslam hukuku çerçevesinde değerlendirildiğinde ise ‘maslahat’ın terim anlamı kamu yararını ve kamu düzenini gözetmek; zorunlu, gereken menfaat veya kamu faydası olarak anlaşılmaktadır. (Osman Öztürk, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2019) Mecelle’nin 58. maddesinde yer verilmiş olan “Teb’a (bugünkü anlamıyla halk, vatandaş) üzerine tasarruf (yönetim iş ve işlemleri) maslahata menuttur (dayanır).” ibaresi Hanefi mezhebi takipçilerince de benimsenmiş temel İslam hukuku kaidelerindendir. Bir kısım hukukçulara göre İslâm hukuku hükümleri dinin, aklın, malın, canın ve neslin korunması hedeflerine yönelik olarak vazedilmiş kurallar bütünüdür. Örneğin, cihadın kabulü dinin, kısasın kabulü canın, içkinin yasaklanması aklın, hırsızlığın yasaklanması malın, zinanın yasaklanması neslin korunması amacına matuftur ki işte bunlara maslahat denilmektedir. Bir hüküm eğer bu hedeflere matufsa İslam fıkhınca kabul edilecek aksi takdirde uygulanması mümkün olmayacaktır.

Bu kısa bilgilendirmeden anlaşılacağı üzere maslahat bir İslam hukuku terimi ve üzerine külli kaidelerin bina edildiği bir hukuk kaynağı olarak vücut bulmuş İslami kurallardır. Ancak burada belirtilmesi gereken en önemli nokta maslahat olarak kabul edilebilecek hükümlerin dinin asli kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye aykırı olamayacağıdır. Nasıl ki günümüz hukuk anlayışında diğer tüm mevzuat hükümleri anayasalara aykırı olamazsa İslam hukukunda da baş kaynak ve dayanak noktası her zaman ve zeminde Kur’an-ı Kerim ve O’nu müteakiben de Nebevi Sünnet’tir. Her ne kadar Kur’an-ı Kerim veya Sünnet-i Nebi’de düzenlenmemiş hususları da maslahata binaen düzenlemek mümkünse de bu düzenleme nihayetinde asli kaynaklarla uyumlu olmalıdır.

Maslahata binaen yapılan düzenlemeye örnek olarak Hz. Ebubekir döneminde Kur’an-ı Kerim’in kitap halinde toplanması çalışması verilebilir. Peygamber Efendimiz vefat ettikten sonra gerek vahyin gerekse sünnetin kesilmesi nedeniyle meselelerin halli için içtihat yapılması gerekmiştir. Çeşitli nedenlerle Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilenlerin sayısının hızla azalması nedeniyle Kur’an-ı Kerim’in aslına uygun şekilde, değiştirilmeden gelecek nesillere aktarımının nasıl yapılacağı hususunda tereddüte düşülmüştür. İşte bu noktada bazı sahabilerin karşı çıkmalarına rağmen özellikle Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in ilgili işte hayır olduğunu yani maslahata matuf olduğunu söylemeleri üzerine Allah Kelamı’nın bir kitap haline getirilmesine karar verilmiştir. Görüldüğü üzere çözümlenmesi gereken meseleye ilişkin ne Kur’an-ı Kerim’de ne de Sünnet-i Nebi’de bir hüküm yer almamaktayken, devrin içtihat âlimi olarak kabul edilenler tarafından “kamu yararı” gözetilerek mesele çözüme kavuşturulmuştur. (https://islamansiklopedisi.org.tr/maslahat)

“Maslahat” görüldüğü üzere gayet derinlikli bir kavram olup, İslam hukukunun şekillendirilmesinde ve idarecilerin uygulamalarının hukuka uygunluğunun denetlenmesinde önemli bir kaynak niteliğinde olmuştur. Konumuza dönecek olursak, cemaat çevrelerinde ve özellikle mahrem kanat olarak bilinen kısımlarda maslahat kavramının özünden saptırılarak kullanıldığı görülmektedir. Özellikle akla izana sığmaz örgütsel birtakım uygulamaların muhataplarınca kabullenilmesi için fıkıh usulünün temel kaynaklarından birinin kullanılmış ve kullanılıyor olması vahim bir duruma işaret etmektedir.

Bilindiği üzere cemaat dine hizmet davası güden birçok gruptan bir grup olarak temayüz etmiştir. Eğitim ve din hizmetleri üzerine faaliyet yürüten grup, fakirlik, cehalet ve iftirak hastalıklarıyla boğuşan, etrafında bu gidişe bir çare arayan Anadolu insanınca kabul görmüş, özellikle kısıtlı imkânlarla hayata tutunmaya çalışan vatandaşların çocuklarını gizli veya açık olarak bünyesine katmıştır. Bunu hem maddi hem de manevi destek sağlamak suretiyle yapan grubun ileri gelenlerince, bünyesine kattığı herkesin zihninde liderin -bir nevi insanüstü hüviyette- dini bütün bir zat olduğu algısı yerleştirilmiştir. Lider dini meselelerin her türlü inceliğini bilmekle kalmayıp dünya işlerine de uzmanları kadar kafa yoran ve her konuda isabetli fikir sahibi olan hocaların hocası gibi bir konuma oturtulmuştur. Söylediği her sözün her davranışın dinin bir temel kaidesinden kaynaklandığı ve “maslahat”a uygun olduğu düşüncesi cemaat tabanında çok büyük bir karşılık bulmuştur. Kendisini din ve dünya işlerine dair her meseleye bir yorum getirme makamında gören lidere cemaat tabanınca -teşbihte hata olmaz- adeta limitsiz kredi açılmıştır. Bu kredi lider ve çevresindeki zevatça har vurup harman savurma kabilinden kullanılmış ve tüketilmiştir. Geri ödeme zamanı geldiği anlaşılınca da ilgililerce kulaklarının üstüne yatmakta bir beis görülmemiştir.

İşte bu her şeyi bilir, anlar konumunda görülen lider ve çevresindeki zevatın hesapsız kitapsız uygulamalarını şüpheyle karşılayanlar da olmuştur. Bunların kimisi zamanında trenden inmiş, kimisi bugün hukukun sunduğu aklanma imkânlarından faydalanmak suretiyle tövbe etmiş, kimisi bir hiç uğruna gün doldurmaktadır. Cemaat mahrem yapısının bulaştığı usulsüz işlerde, şüpheye düşen kişilerin susturularak sonuca varılması için yukarda çerçevesi çizilmeye çalışılan fıkhi derinlikten uzak ve denetimsiz şekilde “bir maslahata binaen…”, “büyüğümüzün olayda maslahat görmesine matuf olarak…”, “bu işte bir maslahat var siz bilmezsiniz…” gibi sathi ve boşluk doldurucu ifadeler sıklıkla kullanılmış ve bu durum gelinen noktada faciaya neden olmuştur.

Bugün, laik hukuk sisteminin yürürlükte olduğu bir çağda, maslahatçılıkla -birtakım emellere ulaşmak adına- fıkıh hükümleri çıkarılması ne kadar uygundur? Kaldı ki sikkeyi basan da turayı kesen de belliyken, bir başka deyişle hüküm vaz edecek makamlar yerli yerince ayaktayken, kendine bir konum atfedip buna dayanarak ne din ne de dünya değer yargılarınca kabul edilmesi mümkün olmayan yanlışlıklara insanları sürüklemek, bunu yaparken de “bir maslahata binaen” diyerek yol almak ne ölçüde doğrudur? Öyle olmadığı söylense bu işin fıkıhla alakası yok dense, salt kelime anlamı üzerinden olaya yaklaşılsa bile maslahatçılığa sığınarak yapılan uygulamaların iyilikle, güzellikle, kamuya faydalı olmakla örtüşür bir yanı var mıdır?

Örneğin bir cemaat eline geçirdiği, geçirmekle kalmayıp kendisininmiş gibi benimsediği makamlarda bulunan müntesiplerini ve bu müntesiplerine devlet düzeninin tanıdığı imkân ve kabiliyetleri kullanarak vatandaşların özel hayatlarını röntgenleyip, telefonlarını dinleyip şantaja başvurabilir mi? Avam tabiriyle hortumları kendine bağlamak için kırk takla atabilir mi? Devletin işleyişini ve kamu düzenini alt üst edecek şekilde eylemlerde ve işlemlerde bulunabilir mi? Bunun Kur’an-ı Kerim’e ya da Sünnet-i Seniyye’ye dayandırılabilir bir yanı var mıdır? Bu işin neresinde maslahat vardır? Yapılıp edilenler toplumda fitne ateşi yakmaktan başka bir anlam ifade etmekte midir? Bu sorular silsilesini daha da uzatmak mümkündür. Biz burada kesiyoruz.

Gelinen noktada ortaya saçılan gerçeklerden anlaşılıyor ki cemaatin görünmeyen yüzü tarafından maraz-ı maslahatçılık etkisi altında türlü hukuksuzluklara bulaşılmıştır. Lidere sunulan kredi batırılmış ve krediyi açan gariban taban başta olmak üzere tüm ahali bu bataklıkta boğulmaya terk edilmiştir. Cemaate gönül vermiş insanların bugün yapması gereken sormak ve sorgulamak olmalıdır. Anadolu insanı diyerek başımızın üstüne yerleştirdiğimiz saçı savruk, yüzü kavruk, eli nasır, gönlü kasır analarımız “bugünleri göreceğime şu çocuğu okutmayaydım da cahil cühela kalsaydı” diyorlarsa cemaat tarafgirlerinin bir durup düşünmesi gereken yeri çoktan geçtiğini anlaması gerekmektedir.

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments