Karmaşık sistemleri, “çok sayıda elemandan oluşan, bu elemanlar arasındaki ilişki kaotik olan, modellenmesi oldukça zor davranışlı ve öngörüsü sınırlı sistemler” olarak tanımlayabiliriz.

Karmaşık sistemler ile doğada ya da insan yapımı organizasyonlarda çokça karşılaşırız. İlk akla gelen örnekler olarak, zaman içinde değişen iklim davranışları, fay hatlarının deprem üretme davranışları, fizyolojik sistemlerin davranışları doğal sistemlere örnek iken trafik ise insan yapımı bir organizasyon ve karmaşık bir sistem olarak karşımıza çıkar. Sözgelimi hava tahminlerine baktığımızda, sürelerinin oldukça sınırlı olduğunu görürüz. Bunun sebebi hava durumunu etkileyen çok fazla parametre olmasıdır. Bu da karmaşık sistemlerde gerçekleşecek olayların öngörülebilirliğinin sınırlı olmasının en temel sebebidir” (Doç.Dr. Çiğdem Yalçın)

Doğrusal ve zamanla değişmeyen sistemlerin aksine karmaşık sistemlerde belirsizlikle ve öngörülmezlikle mücadele edilir. Çok parçalı, birbirinden ayrı olan ancak bir bütünün içinde yeri/fonksiyonu olan değişkenler izlenir ve anlaşılmaya çalışılır. Yazımıza konu ettiğimiz “mahrem” yapılanmaların işleyişinin sistemsel tarifini ancak bu şekilde yapabiliriz. Bu karmaşık işleyişi anlamak ve bu zihin yapısıyla mücadele etmek ancak çok disiplinli ve sibernetik bir yaklaşım ile mümkün görünüyor.
“Cemaat”in kamuya açık vitrinine koyduğu ve sahip olduğu akreditasyonu kendisine zaman içerisinde sağlayan eğitim ve sivil toplum faaliyetleri ile perdelediği, aslında tüm bu faaliyetlerinin varlık gayesi de olan “mahrem hizmetlerin” işleyişini modern fizikçilerin kuramsallaştırdığı “complexity, complex systems” kavramında ve teorisinde tanımlamak bu bilinmezliği ve kargaşayı bir nebze olsun hafifletebilir düşüncesindeyiz.

Mahrem hizmetler, kendi içinde faaliyette bulunan “mahrem”lerin dahi kimi zaman sınırlarını, potansiyelini, eylemlerini bütüncül olarak anlayamadığı bir yapıdan oluşmuştur. TSK yapılarını, kuvvetlerin kendi içinde değişkenlik gösteren farklı sistemlerini, bürokrasinin kademeli
işleyişini, kimi teknik kurumlardaki (TÜBİTAK, ASELSAN, ÖSYM, yazılım şirketleri vb.) mensuplarının girift projelerini ve ilişkilerini, basın ve medya birimlerinin kimi zaman zemin hazırlama kimi zamanda soğutma/yumuşatma amaçlı yayınlarını kısa sürede veya kısa metinlerle kavramak hele de yapıdan olmayan insanlar için oldukça zordur.
Her ne kadar 15 Temmuz sonrasında pek çok mahrem birim ve faaliyetleri gün yüzüne çıkmış olsa da mahrem sistemin işleyişine ve çok adımlı operasyonlarına ilişkin hâlâ karanlık noktalar bulunmaktadır. “Mahrem” kavramının içeriği gereği bu tip faaliyetlerin çoğunun arka planını, ana aktörlere bilerek veya farkında olmadan destek olan yan figürleri ve nihai amaca ulaşmak için kat edilen yoldaki işaret taşlarını tamamıyla bilmek mümkün değildir. Bu çalışma metodu ve parçalı operasyon planlamaları bir taraftan da “mahrem” yapıyı çözebilmenin ve ana/yan aktörleri keşfedebilmenin önündeki en büyük engeldir.

Yurtdışında çeşitli sosyal mecralarda hâlâ büyük bir pişkinlikle bu perdenin arkasına saklanan kamuoyunun tanıdığı isimlerin (gazeteci, akademisyen, ihraç kamu görevlisi ve askerler) söylemi tektir ve ortaktır; “ispatsız ve delilsiz suç olmaz”. “Mahrem” varoluşunu zaten bu hukuki araçları ve boşlukları sömürmek üzerine kurgulamıştır. Şu ve benzeri sözleri sıklıkla duyarsınız; “iki üç insanın bir araya gelip konuşması, kitap okuması suç mu? Ben kendim basit bir işçiyim/öğretmenim koskoca albaya/amirale nasıl ağabeylik yapabilirim? Tüm alınan dinleme/arama/gözaltı kararları yasal prosedür içinde alınmış ve icra edilmiştir.” Bu dil inkâr dili olmasının yanı sıra karşısındakini aptal yerine de koymaktadır ve “mahrem yapıyı” az biraz çözmüş olanlar için durumun ikrarıdır da.
Mahrem yapılanmanın faaliyet ajandasından önemli noktaları tarihsel olarak şöyle sıralayabiliriz;
- Kadrolaşma süreci diyebileceğimiz bu dönem F.Gülen’in kamuya ve stratejik güvenlik kurumlarına yönlendirdiği ilk öğrencilerle başlamaktadır ve sistemli/organize hale gelmesi “cemaat evlerinin” ve insan yetiştirme programının sistemli hale gelmesi ile başlayarak ivmelenir.
90ların ikinci yarısında, askeri okullarda, şartlar olgunlaşmadan ve dikkati çekecek şekilde sayısal çoğunluğa ulaşmayı tehlikeli bularak %27ler seviyesini gelecek planlamaları için yeterli bir basamak gören temkinli yaklaşımın “cemaat” faaliyetlerinin geometrik olarak büyüdüğü 2010lardan itibaren ise pervasızca ve hukuksuzca “tulum çıkarma” anlayışına evirildiğini görmek mümkündür. Bu dönemde asıl hedef mümkün olduğunca çok sayıda “yetiştirilmiş” insanın kritik kadrolara yerleşmesinin sağlanması ve eş zamanlı olarak “menfi” diye kategorize edilen diğer tüm unsurlar/insanlar hakkında her türlü biyografik bilginin toplanmasıdır/depolanmasıdır.
- Menfilerle mücadele süreci olarak adlandırabileceğimiz bu süreçte “ilklerden” diyebileceğimiz mahremlerin askeri/sivil güvenlik bürokrasisinde ve yargıda çeşitli kilit pozisyonlara gelmeleri mahrem birimler için operasyonel kolaylık/fırsat ortaya çıkarmıştır. Farklı başlıklarla “menfi” olarak adlandırılan kişilerin itibarsızlaştırılarak bertaraf edilmeleri, terfilerinin engellenmesi, emekliliğe/istifaya zorlanmaları ve haklarında tecziye edici hukuk yollarının işletilmesi gibi yöntemlerle karşılaşırız. Bu dönem “mahrem” için kural tanımazlığın ve kendisini mutlak iyi olarak gördüğü evrende “mutlak kötü” diğer herkes için türlü kötülükler planlanabileceği düşüncesinin fıtrat haline geldiği dönemdir.
- Kitlesel temizlik ve alan açma dönemi diyebileceğimiz süreçte kamuoyunun yakından takip ettiği “Karargâh Evleri, Ergenekon, Balyoz, Kafes, Askeri Casusluk” isimleri ile anılan soruşturmalar/davalar üzerinden özellikle TSK’da ve bazı kritik kamu kurumlarında toplu tasfiyelerin önü açılmıştır. Mahrem yapı tarafından organize edilen yargı-adli kolluk-basın/medya tarafından kamuoyu algısı “demokratikleşme, safralardan temizlenme” çizgisine büyük oranda çekilmiştir.
Bu dönemin devamı olarak “mahrem”, çok mahir olduğu üzere Anayasa referandumu, yargı paketleri, özel yetkili mahkeme düzenlemeleri gibi türlü siyasal/toplumsal/yasal düzenlemeleri kendi stratejik ajandasına uyumlu hale getirmek için bürokratik kadroları ile canla başla çalışmıştır.



4- Kamusal ve siyasal operasyonlar dönemi ise hükümetin siyasal söylemi/tercihleri ile cemaat üst yönetimi arasında kökü geçmişe dayanan farklılıkların artık mücadeleye dönüşmesiyle şekillenir. Tahşiye Davası, Mavi Marmara Olayı, Selam Tevhid dosyası, Oslo görüşmelerinin ifşası, İlker Başbuğ’un tutuklanması, MİT-İfade Krizi, Dershanelere yönelik düzenleme, 17-25 Aralık operasyonları, HSYK Bildirisi, MİT Tırları olayları, Rus uçağının düşürülmesi ve 15 Temmuz darbe girişimi şeklinde kabaca sıraya koyabileceğimiz gelişmeler aslında mahrem yapının kayıt dışı siyaset hamleleri olarak da görülebilir. Güvenlik ve yargı bürokrasisindeki mevcudiyetini toplumun geneline hâkimiyete dönüştürmek ve bunu yaparken hep arka planda kalarak yaşananlara hukuki/siyasi elbiseler giydirmek olarak özetlenebilecek bu amaç aslında “cemaatin” de bir çeşit var olma savaşı idi. Artık kontrol edilmesi ve eski haline döndürülmesi imkânsız hale gelen mahrem yapıların süreci bu noktaya getirmesi çok da anlaşılmaz değildir.

Sıraladığımız bu dönemlerin hemen hepsinde, dozajı gittikçe artan/keskileşen ve marjinalleşen mahrem ideoloji kurgusunun temel unsuru olan “menfi” söylemi ile karşılaşırız. Mahrem yapı, “Sabetaycılar, Masonlar, gizli Yahudiler, azınlık dönmeleri-gizli Hristiyanlar, İrancılar-Persler, Pakraduniler/Ermeni dönmesi gizli Yahudiler, Ergenekoncu/Gladyocu” gibi etiketlerle kökenciliği silah gibi kullandığı algı operasyonları ile öncelikle mahremin geniş tabanını, sonrasında “cemaat” tabanı ile birlikte muhafazakâr kesimi ve son olarak da tüm kamuoyunu etkilemeyi hedeflemiştir.
Örneğin, “İran tehdidi” konusunu, gerek “cemaat” içi sözlü anlatım kanalları gerekse STV, Zaman, Aksiyon gibi medya imkânlarını kullanarak o denli karikatürize etmiştir ve içini boşaltmıştır ki; sanıyorum bundan en çok İran memnun olmuştur. Çünkü mahremin adeta iğdiş ettiği bu söylem ile hedeflediği gerçekten İran’ın Türkiye’deki çeşitli faaliyetlerini ortaya çıkarmaktan ziyade üst düzey bürokrasiyi ve siyasi partileri/kabineyi kendisine en az zararı dokunacak hale getirmekti. Belirttiğimiz gibi bu konuda cemaat medyasının yayınları/dizileri def-i mefâsid (kötülüklerden men etmek) gibi gözüken mahrem operasyonlarının bir parçasıdır.
“…. ‘Ali sevgisi değil, Ebu Bekir, Ömer düşmanlığıdır ayakta tutan onları’ cümlesi, Gülen Cemaati’nin İran’a yönelik algısını karakterize eden bir alıntı olarak okunabilir. Yine Sünni bir geleneğin içinde olan AK Parti tabanı ve bazı aktörleri için Şia benzer bir işlev üstlense de, siyasal hareket olmanın getirdiği esneklik Şia karşıtlığını öznelliğin olmazsa olmazı olmaktan çıkarıyor ve daha kaygan bir zemine taşıyor. … “İran: Tehdit mi, Fırsat mı?”, “İran ve Terör: Hasan Sabbah’tan Bugüne” başlıklı kitapların gözden geçirilmesi ve özellikle Zaman ve Today’s Zaman’da son birkaç yıldır çıkan İran’a ilişkin yorum ve analizler hatta 20 Aralık tarihli Kerim Balcı’nın Zaman’daki yazısı, İran’ın Gülen Cemaati nezdinde neye karşılık geldiğini net bir şekilde ortaya koyuyor.”… (Prof.Dr.Ali BALCI-29/01/2014/Al Jazeera)





Mahrem yapı “dinleme”, “kaydetme-yedekleme”, günü gelene kadar “biriktirme” ve yoktan delil üretme formülüyle TSK’da “başarıyla” gerçekleştirdiği operasyonları tüm güvenlik kurumlarında ve siyasette de kotarabileceğine inandı. Bu inanç ve sahip olunan güç yapıyı pervasızlıklara ve çeşitli hatalara yönlendirdi. Her stratejik hamlede ve yapılan hatada yumak daha da karıştı, son tahlilde tüm bireylerini kendi eliyle kriminalize eden bir duruma geldi.
Bugün itibarıyla, mahrem birimlerin strateji üreten, planlama yapan ve oyun kuran ileri gelenlerinin büyük çoğunluğunun ABD ve Avrupa ülkelerinde bulunduğu herkesin malumu. Bu tablo, mahrem yapıyla hâlâ irtibatını koruyan ihraç asker/polis/yargı mensubu/diplomatları bulundukları ülkelerde bir taraftan zan altında bırakırken diğer taraftan da batılı ülkeleri güvenlik yaklaşımlarını gözden geçirmeye zorlamaktadır. Şeffaflığın, demokrasinin, insan haklarının beşiği konumundaki batı ülkeleri için kabul edelim ki “mahrem” yapılanmaların ve gizli kapaklı işleyişin küçük örnekleri bile büyük tepki ile karşılaşacaktır. Mahremin Batı serüvenini zaman gösterecek…