"Enter"a basıp içeriğe geçin

“CEMAAT”İN İNKÂR VE RET DİLİ

Gülen Cemaati 1970’lerden sonra Nurculuğun içerisinden ayrılarak “eğitim” temelli bir hareket olarak ülkemizin son kırk yılına damgasını vurmuştur. Ülkemizde 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde yaşanan askeri müdahalelerde/muhtıralarda sol, sağ, milliyetçi veya muhafazakâr kesimler ciddi zararlar görmesine rağmen Cemaat mezkûr askeri müdahalelerden en az zararla çıkan kesim olmuştur.

Cemaat, Gülen’in öncülüğünde 1994’te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne alternatif olarak kurduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı aracılığıyla 1990’ların ikinci yarısından sonra farklı görüşlerden siyasetçiyi, gayrimüslim cemaatleri ve ünlüleri etki altına almaya yönelik çalışmalara ağırlık vermiştir. Bilahare 1998’de kurulan Abant Platformu üzerinden de ulusal ve uluslararası basına diyalog ve hoşgörü mesajları ileterek halkla ilişkiler (PR) çalışmaları felsefi/entelektüel zeminde sürdürmüştür.

Cemaat yaklaşık yarım asırdır güçlenerek TSK, Emniyet, Adliye, Mülkiye vb. kritik kurumlarda etkili / kilit konuma gelirken kamusal yüzüyle hoşgörü ve diyalog kavramlarını kullanarak sivil toplum çalışmalarını ön plana çıkarmıştır. Fakat tedbir, ketumiyet, gizlilik ilkelerini benimseyen mahrem / hususi birimler ise Gülen başta olmak üzere cemaat yöneticilerinin kullandıkları inkâr ve ret dilinin güncellenerek sürdürülmesine katkı sağlamışlardır.

Gülen’in kozadan çıkış olarak adlandırdığı 1994-1999 arasında medya önünde her kesimden ileri gelenlerle gerçekleştirdiği samimi ikili temaslar doğal olarak kamuoyu ile birlikte devlet kurumlarının da dikkatini çekmiştir. Bu nedenle 28 Şubat kararlarına açıktan destek vererek Başbakan Necmettin ERBAKAN’ın görevden çekilmesi gerektiğini ileri sürmesine rağmen kendisi de hedef olmaktan da kurtulamamıştır.

28 Şubat Sürecine Dair Gazete Kupürleri

Hala tam olarak aydınlatılamayan ve 1997’de gerçekleşen Susurluk olayında dahli bulunduğu iddia edilen şahıslara ilişkin istihbarat raporundaki listede Gülen de yer almıştır. Ayrıca Mart 1999’da Emniyet’teki Gülen cemaati yapılanması ile ilgili hazırlanan detaylı istihbarat raporu, İzmir’deki cemaatçi askeri öğrencilere yönelik yürütülmekte olan soruşturma ve Ankara DGM Başsavcılığı’nın F.Gülen hakkında anayasal düzeni değiştirmeye çalıştığı gerekçesiyle 19 Mart 1999 tarihinde soruşturma başlatması nedeniyle Türkiye’yi terk etmiştir.

Gülen’in Haziran 1999’da dar dairede yaptığı mahrem-hususi sohbetlerden derlenen bir dizi kasetin televizyonlarda yayınlanmasıyla birlikte sağlık sorunları nedeniyle ABD’de bulunduğu söylenen Gülen’in Türkiye’ye dönme ihtimali iyice azalmıştır.

Cemaat ve Gülen aleyhinde yurtiçinde esen bu olumsuz rüzgâra rağmen Gülen’in avukatları tarafından cemaat medyası başta olmak ulusal gazetelere tekzip metinleri gönderilerek Gülen ve cemaat aleyhinde yapılan haberler veya devam etmekte olan soruşturmalar inkâr edici bir dille aşağıdaki ifadelerle yalanlanmıştır.

Herhangi bir eğitim kurumunun sahip veya yöneticisi olmayan müvekkilimizin, gerçek dışı olarak MGK’da görüşülen ve irticai faaliyette bulunan okulların sahibiymiş gibi göstermek bütünüyle çarpıtma bir yayın olup, Sayın Gülen’i kamuoyu nezdinde karalamaya yöneliktir. Her zaman hoşgörü ve sevgiyi temel şiar etmiş olan Fethullah Gülen’in her hangi bir eğitim müessesesinde veya başka bir yerde kişilere şu veya bu inanç yönünde bir zorlamaya maruz bırakılmalarını asla tasvip edemeyeceği apaçık bir gerçektir.”

Sözü edilen o okulların hepsi Milli Eğitim’e bağlıdır. Ben sadece ‘ülkenin en önemli sorunu eğitimdir’ diyerek halkı teşvik ettim. Ben söyledim diye bana mal edilemez. Bu, en başta buraları yatıran insanlara hakaret olur. Devlet bunların devrini isterse ben yine bu yönde tavsiyede bulunabilirim.”

Hükümetin 2002’de değişmesiyle Cemaatin askeriye, adliye ve emniyetteki yetişmiş kadrolarından istifade etmek suretiyle yargı ve askeri vesayeti etkisiz hale getirerek iktidardaki konumunu güçlendirdi. Fakat Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara adlı yardım gemisine 31 Mayıs 2010’da İsrail askerleri tarafından yapılan saldırıya Gülen’in İsrail yanlısı bir tavır takınması nedeniyle hükümet ve cemaat arasındaki geçmişten gelen fikir ayrılığı ayyuka çıktı.

Mavi Marmara olayından sonra cemaat yöneticileri kapalı kapılar arkasında hükümet aleyhinde dosyalar hazırlamaya başladılar. Hükümet 2014’te dershanelerin kapatılmasıyla ilgili kanun tasarısı hazırlamaya başlayınca cemaat en büyük insan kaynağı olan dershanelerinin kapatılmaması için açıkça hükümete cephe almaya başladı.

F.Gülen ve avukatları dershane krizi ortaya çıkana kadar cemaatin okul ve dershaneleri hakkında basında yer alan haberlere karşılık olarak “Gülen’in bu okul ve dershanelerin hiçbirinde kurucu veya yönetici olmadığı” yönünde benzer ifadelerle açıkça inkâr / ret politikası uygulamıştır. Fakat hükümet dershanelerin kapatılması yönünde kanun tasarısı hazırlamaya girişince cemaat yöneticileri geçmişte defaten organik / resmi bağlarını reddettikleri dershanelerin kapatılmaması için hükümet ile açıktan çatışmaya girişmiştir.

Nitekim cemaatçi yargı mensupları 12 Şubat 2012 MİT krizi ile başlattıkları hükümeti yıpratmaya yönelik faaliyetlerine, 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde hükümetteki bazı Bakanların yolsuzluk yapmalarına ilişkin dosyalar hazırlanarak kamuoyuna sunuldu. Hükümet ise bir kısım cemaatçi emniyet ve yargı görevlilerin yerini değiştirirken bazılarını da ihraç ederek karşılık verdi.

Cemaatin ısrarla yok saydığı TSK’daki mahrem yapı sorumlularından Adil ÖKSÜZ ve diğer sivil imamların bizzat planladığı 15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olmasıyla Gülen 1994’ten bu yana kullandığı inkâr ve ret dilini kullanarak darbeye ilişkin Cemaatin bir sorumluluğunun olmadığı yönünde ters algı oluşturmaya başladı.

15 Temmuz 2016 – Akıncı Üssünde Yakalanan Mahrem İmamlar

Nitekim GÜLEN, darbenin başarısız olacağı anlaşılınca yabancı basın kuruluşlarına verdiği röportajda darbenin bir numaralı sivil imamı olarak belirlenen ve yıllarca ABD’deki kampa gidip gelen Adil ÖKSÜZ’ü tanımadığını ileri sürdü, darbenin uluslararası bir komisyon tarafından araştırılması gerektiğini de ifade ederek cemaat mensuplarını ve kendisini darbe suçlamasından uzaklaştırmaya, dikkatleri farklı bir yöne çekmeye çalıştı.

F.GÜLEN – ADİL ÖKSÜZ (Namık)

15 Temmuz darbe girişiminde Gülen’in ders halkasında eğitim alarak molla olan Adil ÖKSÜZ ile birlikte birçok mahrem imamın darbe gecesinde suçüstü yakalanmasına rağmen Gülen geçmişten beri uyguladığı inkâr politikasından asla ödün vermeyerek yine aynı yönteme başvurdu. 17 Temmuz 2016 tarihinde yaptığı basın açıklaması yıllardır kullandığı hoşgörü, diyalog, sivil toplum ve demokrasi söylemlerinin tekrarı olmuştur.

Gülen’in ve dolayısıyla üst düzey cemaat yöneticilerinin bir istihbarat örgütü gibi planlı ve bilinçli olarak suçlandıkları her olayla ilgili olarak ret ve inkâr tavrı ortaya koymayı alışkanlık haline getirdikleri anlaşılmaktadır.

Cemaat de son süreçte yurt içinde bazen örtülü olarak bazen ise açıktan yaptığı operasyonlarla (17-25 Aralık, MİT Tırları, 15 Temmuz) ilgili somut deliller ve tespitler ortaya konmasına rağmen hiçbir operasyonu üstlenmeden reddetmeyi sürdürmektedir. Finlandiya TV Kanalı TV1’e Nisan 2018’de verdiği mülakattaki ifadeleri aynı inkâr/ret söyleminin devamı niteliğindedir.

Ayrıca 15 Temmuz darbe davalarında yargılanan cemaat mensuplarının büyük çoğunluğu da ortaya konan kamera görüntüleri, mesajlaşma dökümleri, tanık beyanlarına rağmen Gülen’in sergilediği inkâr ve ret taktiğini uygulayarak bizzat içerisinde yer aldıkları faaliyetleri yalanladılar. Bir grup darbeci asker ise emir komuta içerisinde darbe faaliyetine giriştiklerini ileri sürerek farklı bir inkâr stratejisi geliştirdiler.

Sonuç olarak F.Gülen 1994’ten sonra siyasetçilerle, iş adamları veya farklı din ve cemaat önderleri ile basına açık olarak gerçekleştirdiği temaslardan sonra TSK’nın, emniyet güçlerinin ve yargı organlarının dikkatini çekmeye başladı. Bu tarihten sonra Gülen veya avukatları basında cemaat kurumları ve Gülen aleyhinde çıkan her haberi, soruşturmayı veya istihbarat raporunu benzer bir üslup kullanarak yalanlamayı/ inkâr etmeyi prensip haline getirmişlerdir.

Diğer taraftan Cemaatin hususi – mahrem kanadı 15 Temmuz darbe girişiminde suçüstü yakalanması nedeniyle Türkiye halkının büyük çoğunluğu Gülen’in bu inkâr söylemine prim vermemektedir. Ne acıdır ki darbeden sonra en çok mağdur olan cemaat tabanı ise Gülen’i layüs’el olarak görmeye devam ettiği için bu inkâr söylemini benimseyip geçmişte yapılan hatalardan ders çıkarmaya çalışmıyor. Bunu yapmadıkları gibi, konusu ve içeriği suç teşkil etmeyen sivil faaliyetleri bile inkâra zorlanan cemaat mensupları adliyelerde/yargılamalarda bir nevi bu stratejinin kurbanı olmuşlardır/olmaktadırlar.

Cemaat yöneticileri ise, kendi hatalarından kaynaklı olarak cemaat tabanının maruz kaldığı bir takım mağduriyetleri yurtdışından sosyal medyada köpürterek yurtiçindekilerin durumunu daha da zora düşürmektedirler.

Son tahlilde, mağdur edilen cemaat tabanının da daha fazla zaman kaybetmeden süreç içerisinde yaşanan olaylarla ilgili farklı kaynaklara da başvurması, Gülen’in şahsında cemaat tarafından yaklaşık 30 yıldır uygulanan ret ve inkâr stratejinin farkına varıp sağlıklı bir tarih okuması yapmaları birey planında gelecekleri için anahtar rol oynamaktadır.

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments