"Enter"a basıp içeriğe geçin

ELVEDA MAHMURE HANIM

“Kudsîlerin asıl vazifelerine gelince, o da insanları küfür ve dalâlet karanlıklarından kurtararak imanın aydınlığına çıkarmak, ruhları uyararak gönüllere Hakk’ı duyurmak, eşyanın perde önü ve perde arkasını olduğu gibi göstererek dimağlardaki şüphe ve tereddütleri gidermek, varlığın yüzüne nurlar saçarak onun bir kitap gibi okunmasını, bir meşher gibi temâşâ edilmesini sağlamak, bir sanat eseri olarak onu yorumlayıp resmetmek, sonra da çağın idrak ufkuna göre seslendirmek ve bu fâni güzergâhı, bâki âlemlerin bir basamağı, bir köprüsü, bir mezrası, bir pazarı hâline getirmektir.”

Hadiseler karşısında peygamberane duruşu izah ederken serdedilen bu ifadeler bir bütün olarak “hizmet” düşüncesinin özetlenmiş halidir diyebiliriz. Kur’an ile vaz’ edilen prensiplerin hayata hâkim kılınması, dinin ahlaka ve insana dair beklentilerinin toplum geneline yayılarak yaşanır kılınması gibi süreğen sonuçların öngörüldüğü bir hareket ve yaşam tarzı. İslam’ın genel prensiplerini kendince yorumlayan farklı coğrafyalardaki farklı sosyal oluşumlarda bu söylemin şeklen farklılaştığı görülse de ruhu itibarıyla aynı idealde birleşmektedirler: Dine Hizmet

Risale-i Nur’da; “Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mes’ele olan iman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı iman hakikatleri olduğundan bu hakaik-ı imaniye-i Kur’aniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kuran’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur’un has ve sâdık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.” ifadeleriyle iman hizmetine öncelik verilmesi gerektiği, Kur’an ve iman hakikatlerinin yöntem ve usul yanlışları nedeniyle “cam parçaları” kıymetsizliğine indirilmemesi gerektiği pek çok defa vurgulanmış, “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” düsturu adeta bir hizmet rehberi olarak ortaya konulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nda tarikatların, tekke ve zaviyelerin etkilediği toplumsal taban ve bunların siyasetle, devletle geliştirdikleri ilişkinin zaman içerisinde ortaya çıkardığı sorunlar ve devamında Cumhuriyeti tabana yayarak tahkim etmeyi amaçlayan inkılâplar/devrimler döneminde “tarikat geleneğinin” Devlete mesafeli duruşunun daha da belirginleşmesi gibi tarihsel süreçler her ne kadar ayrı ve detaylı bir tartışma konusu olsa da günümüze kadar uzanan etkileri de muhakkaktır.

Tarihsel yaklaşımdan sıyrılarak somut olaya dönecek olursak, “hizmet” düşüncesi etrafında faaliyet gösteren sosyolojinin de kendi tarihsel dönüşümlerini kaçınılmaz olarak yaşadığını görmekteyiz. Dikkat çekmek istediğimiz nokta, başlangıçtaki söylem/eylem dengesinin zamanla karmaşıklaştığı, temel prensiplerden uzaklaşıldığı, araçların dini prensiplerle sorgulanmadan ya da maslahatçı ve ruhsatçı yaklaşımlarla amaç için tereddütsüzce kullanıldığı bir “network”e dönüşme sürecidir.

“Biz de her alanda var olabilmeliyiz” düşüncesi zamanla önce “her alanda en çok biz olmalıyız”, bazı Devlet kurumları için ise sonrasında “sadece biz olmalıyız” hırsına dönüşmüştür. Sosyolojik bir bakiye gibi görünen “Anadolu insanına hakk-ı hayat tanımıyorlar” tespiti üzerine geliştirilen çeşitli eğitim/hazırlık süreçleri önce kadrolaşma çılgınlığına sonrasında ise “diğerlerini” etkisizleştirme ve nihayetinde saf dışı bırakmaya evrilmiştir. Başlangıçtaki amaç sosyolojik bir bakiyenin bertaraf edilmesi iken süreç içerisinde sayılabilecek çok sayıda yanlış ve keyfi uygulamalarla siyasal ve hukuksal boyut kazanarak neticede kendisi bizatihi sosyolojik/siyasal/hukuksal sorun halini almıştır.

Yazının başlığına gelince, “Elvdeda Mahmure hanım; eski bir Türk filminde (Üç Arkadaş-1971) üç arkadaşın kör bir kızı ameliyat ettirebilmek için lazım olan parayı çalışarak ve başkalarından talep ederek de temin edemezler. Filmin esas oğlanı Kadir İnanır “zorla alacağız, o parayı bulacağız” isyanı ile niyetçilikte kullandığı ve çok sevdiği güvercini Mahmure hanımı kafesinden uçurarak kötülüğe ilk adımı atmasını simgelemektedir”.

Evet, vicdanla ve nefis muhasebesiyle kendimize sormamız gereken sorular şunlar değil mi? Ne zaman “Elveda Mahmure hanım” dedik/dediler, ne zaman sırat-ı müstakim çizgisinden kaydık, ne zaman sadece kendimizi hak bildik, ne zaman gücü-sayıyı-hâkimiyeti gaye halinde getirdik, kul hakkını ve haramı içimize hangi zihniyet soktu, tevazu-mahviyet derken mağrurlar ordusu olduğumuzu kimse mi görmedi ve kimse tüm bu çılgınlığa bir dur demeyecek mi, yakın geçmişten ders çıkarılmayacak mı, öze dönüş ve arınma olmayacak mı, insanlar onurlu birer birey olmayı bu asalak zihniyete ne zaman tercih edecekler?

Güçle, kadro iktidarıyla, hâkimiyetle, parayla girdiği imtihanı kaybedenler nasıl olacak da üzerine güneşin doğup battığı her yerde İslam’ın bayraktarlığını yapacaklar ve bunca zıtlıklar ile doğruyu nasıl temsil edecekler?

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments