Yine bir yaz dönemi ve yine gündemde çok konuşulacak gibi duran bir Yüksek Askeri Şura (YAŞ) öncesi. Yaz ayları, 28 Şubat döneminden itibaren “cemaat” için daha da yoğun şekilde gergin ve kritik geçmiştir. Bundan sonra da böyle olacağını kestirmek zor değil.
Başından itibaren varlık gayesini sivil ve askeri kadrocu bir yaklaşıma sabitleyen “cemaat” için Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) nüfuz edilmesi, karar süreçlerinde yer alınması, yönlendirici pozisyonların ve en önemlisi komuta kontrol mekanizmalarının “cemaat mensupları”ndan oluşması istenen bir mücadele alanı olmuştur. Mahrem hizmet diye tabir edilen yapılanmaların genelinde ve doğal olarak TSK’da temel prensip “kendi adamlarını” kilit noktalara getirmektir. Bunu yaparken kullandıkları en meşhur araç ise “menfi ile mücadele” stratejisidir.
“Menfi” en kaba hatlarıyla, cemaate düşman, çeşitli azınlık kökenlerine sahip (gizli ermeni, rum, pakraduni vd.), dönme-sabetaycı, mezhepsel farklılığı olan, ülkücü-milliyetçi insanlar olarak tanımlanabilir. Kendi adamlarını yükseltmek ve kadrolaşma mücadelesini devam ettirebilmek için bu menfi kategorisine giren tüm TSK mensuplarının yıllar boyunca kendilerinin ve aile/akraba/yakın çevrelerinin özel yaşantıları araştırılır, not edilir, aktarılır ve kayıt altına alınır. Elde edilen ve biriktirilen bu kişisel bilgiler mümkün olduğunca çeşitli fotoğraf, video veya belge ile desteklenir. Günü geldiğinde ise ya terfilerinin/atamalarının engellenmesi ya da bir şekilde istenilen çizgide davranması/kararlar alması için kullanılır. Bu “kullanma” ise isimsiz ihbar mektupları, sosyal medyada yapılan ifşaat veya eldeki bilgilerin kendisine “tehdit” amaçlı ulaştırılması yollarıyla gerçekleşir.
“Cemaat” en “yırtıcı” şekilde bu kadrolaşma mücadelesini verirken, yaptıklarını “hizmet” çerçevesine sığdırmak için birkaç çok bilindik “temel fıkhî prensip” üzerinden kendi mensuplarını da ikna etmiştir. Bu temel prensipler geniş başka bir yazının konusu olmakla birlikte burada en önemlilerini kısaca belirtecek olursak;
*Def’i Mefâsid Celb-i Menafi’den Evlâdır, (Kötü ve zararlı şeylerin giderilmesi, yararlı şeylerin elde edilmesinden daha önemlidir.)
*Zaruretler memnu olan şeyleri mubah kılar,
*Zarar-ı Âmmı Def’ İçin Zarar-ı Hâs İhtiyar Olunur, (Özel zarar genel zarara tercih edilir.)
Cemaat için “hizmet” kayıtsız ve şartsız masumdur, kutsaldır, hatalar insanlara aittir, hata bile yapılsa istişare neticesinde olduysa hata izale olur ve istişare sevabı alınır, sürdürülmesi gereken “hizmet” olduğu için bazen bazı zaruri durumlarda yapılmaması gereke şeylerin yapılması kararlaştırılabilir, “hizmet” tüm insanlık için çalıştığından ‘kamu’nun faydasını -yani hizmeti- koruyabilmek için bir kısım insanların -haksız yere de olsa- zarar görmesi kabul edilebilir. Hizmet bir taraftan insanlığın “iyiliği” için çalışırken “kötülüğü ve kötüleri” de bertaraf etmesi gerekir ve bu en doğal/meşru hakkıdır.
İşte bu zihin kodları ile çalışan cemaatin mahrem hizmetleri kendisine engel olacak/olabilecek/olması muhtemel tüm unsurları yakın tarihte bertaraf etme yoluna başvurmuştur. YAŞ da bu çerçevede önemli bir dönemeç olagelmiştir. Komuta kademesi ve terfiler cemaatin TSK’daki varlığı için hayati önemdedir. Cemaat, bir yere/kadroya kendi adamını getiremiyorsa, sırasıyla kendisine sempati duyan, dindar/milliyetçi olan, düşman/menfi olmayan alternatiflerin gelmesi için de çabalamıştır. Bu çerçevede yüksek rütbeliler arasındaki terfi mücadelelerinden de kendisi için çıkar sağlamayı başarmıştır.
YAŞ’la ilgili beklentiler 90ların sonlarında ve 2000lerin başlarında Genelkurmay Başkanı olacak ve geleceğin genelkurmay başkanlığı/kuvvet komutanlıkları potasına giren/girecek askerlerin kim olacağından, 15 Temmuz öncesinde “istemediği” kişileri terfi ettirmemeye kadar varmıştır. Örneğin, İsmail Hakkı Karadayı’dan sonra Hüseyin Kıvrıkoğlu göreve gelince (Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu kendilerince “mevcudun en kötüsü değil” şeklinde tanımladıkları için) adeta “bayram” etmişlerdir. Yaşar Büyükanıt’ın ve İlker Başbuğ’un genelkurmay başkanı olmaması için cemaat elinden geleni yapmıştır ancak başarılı olamamıştır. O dönemlerde mahrem yapılanmalarda YAŞ öncesinde istenmeyen kişilerin terfi etmemesi için çeşitli dua/sure paylaşımları yapıldığı da bilinmektedir. Eminiz ki yurtdışında varlıklarını ve faaliyetlerini devam ettirmeye çalışan “sivil” ve “askeri” mahrem unsurlar 2021 YAŞ kararları kapsamında emekliye sevk edilecekleri, terfileri, uzatmaları ilgiyle beklemektedirler ve her türlü gelişmeyi kendilerince sosyal medya üzerinden dezenformasyon amaçlı yorumlayacaklardır.
Her ne kadar 15 Temmuz sonrasında TSK içerisindeki mahrem unsurları/hücreleri büyük ölçüde tespit edilmiş olsa da, Yüksek Askeri Şura cemaat için her zaman birincil gündemlerden olmaya devam edecektir. Tek başına bu durum bile “dinî cemaat” kavramından ne kadar uzaklaşıldığını ve Paralel Devlet Yapılanması olarak nitelenen gizli organizasyonun adeta “cemaat”in ruhu olduğunu göstermeye yeterli değil mi?