Kalk ey yiğit uykudan
Kalk ki bağrında nalan
Sensiz geçen günlerde
Dolaştım ben dünlerde
Hep mahzun ve kederli
Ülkeni terk edeli
mısralarına Reşit Muhtar’ın bestelediği ve hisli nağmelerle seslendirdiği Kırık Mızrap, iki belki de üç nesil için çok anlamlı ve çok kıymetlidir. Çocukluk çağından itibaren hasbelkader- bir vesile ile tanıştığınız abilerle, evlerde, bazen yer sofrasında kahvaltıda, bazen maklube sofrasında, bazen mutfakta bulaşık yıkarken, bazen haftalık temizliğe yardım ederken, bazen hafta sonu veya tatillerde düzenlenen kamplarda walkman ile tek başınıza dinlediğiniz bu nameler bütün bir hayat boyu aklınızda ve zihninizde yer eder.
Abileriniz vardır, onların da abileri, onların da, onların da… Bunu bir bayrak yarışı gibi görürsünüz, bugüne kadar bu işi getirenler gibi gelecek nesillere de hizmet bayrağını alıp ulaştırmayı misyon edinirsiniz kendinize. Dava adamı, hizmet insanı tarifleri/tanımları ile bir ideal çizersiniz kendinize ve rol model olarak yakınınızda gördüğünüz abilerinizi alırsınız. Haftanın 5 bazen 6 günü gittiğiniz o evdeki hayat en cazip yaşam tarzı olur sizin için. Ve nihayetinde siz de “abi” olmak, öğrencilere ders anlatmak, onlara “hizmeti” anlatmak için üniversite yıllarınızın bir an önce gelmesini istersiniz.
“Büyük adam” olmanın büyük fedakârlıklardan geçtiğini öğrenmişsinizdir, aileden, arkadaştan, çocukluktan, gençlikten, gülmekten, sevinçten yani kısaca hayattan fedakârlıktır beklenen. Bu uğurda öğrencisi olduğunuz okulu aksatırsınız, derslere gitmezsiniz, sınav dönemlerindeki çalışma ile kısıtlarsınız akademik eğitiminizi. Evde, kaldığınız semtte/bölgede sorumluluklarınız vardır üzerinize yüklenen. Evin temel direği öğrencilerdir, bazen ilkokuldan başlar, lise sona kadar gider öğrenciler.
Hizmetin de bölgenin de gözbebeği, assolistidir orta-3 grupları. En büyük ilgi ve emek onlaradır. Kolay değildir, nice elemelerden geçip seçilmişlerdir. Ders notları, ailesi, memleketi, sosyolojik aidiyetleri, mezhepsel/etnik farklılıkları, yakın akrabalarının meslekleri, sağlık durumunun belli vasıflara haiz olup olmadığı… Bazen okuldaki bir öğretmen/müdür yardımcısı, bazen sohbetlere giden bir esnaf, bazen bir komşu, bazen bir sınıf arkadaşı, bazen de Dersanenin seviye tespit sınavları aracı olur tanışmanıza ve ardından ailesini ikna etmek gelir. Ailesi için dindar, saygılı, zeki gençlersinizdir, güvenirler size, teslim ederler çocuklarını, bazen bedava ders bazen ahlak motivasyon olur, ama hepsi sizi sever ve dinler.
Bir yıl sonunda yeni bir kimlik yeni bir ruh aşılamak için gece gündüz demeden uğraşırsınız. Müfredat bellidir, hafta hafta ay ay hangi konular hangi kavramlar hangi yazılar/kitaplar üzerinden işlenecek bellidir. Çok bilimsel, formulüze bir sistemdir, bu mekanizmadan hatalı ürün çıkması mümkün değildir. Hatalar insana aittir yani size. Kuyumcu hassasiyetiyle işlersiniz cevheri ve tam da büyüyüp serpilen günebakan gibi her daim güneşe yönelmesini, güneşe bağımlı bir hayat sürmesini beklersiniz. Güneş hizmettir, onsuz boynunuz bükülür, nefes alamazsınız, böyle öğretilmiştir çünkü ve gayrısı mümkün değildir.
Sınavlara hazırlıktır amaç, Fen Lisesi/Anadolu Lisesi işin vitrinidir, öğrenci henüz kıvama, bilince ulaşmadığı için başvuru zamanı “kendini bir denemiş olursun, onlar da iyi okullar” tahşidatı ile askeri okul ve polis koleji sınavlarına başvurmasını sağlarsınız. Devamında öğrenciden ve ailesinden gelecek her soruya makul bir izah bulmanız gerekmektedir. Yıl içerisinde en geç ayda bir yaptığınız aile ziyaretleri sayesinde aile de sizin tavsiyelerinize itiraz etmemektedir.
Sınav yaklaştıkça artık çok başarılı öğrenciniz varsa Fen/Anadolu sınavlarını kazanmamasını istersiniz içinizden, öğrenci de ailesi de askeri lise istemeyebilir bu durumda. Bu süreçte öğreniciyi fedakârlık, dava şuuru gibi kavramlara boğarsınız ve o küçük yaşında büyük yüklerin altında sabretmeyi telkin edersiniz. Zira Allah kimseye taşıyamayacağı kadar yük vermez.
“Bu okullar ülkedeki en önemli okullar, burada inançlı insanların da olması lazım ki vatanı hakkıyla savunsunlar, benim imkânım olsa ben tereddüt etmeden bu okulları seçerdim” gibi yüklemeler sonucunda artık öğrenci askeri okula girmeyi hayatının yegâne gayesi kabul etmektedir. Ve bunun için ailesinin istememesi vs. tüm engelleri de kendisi aşacaktır.
Yazılı sınav, mülakat, sağlık ve kayıt aşamalarının hepsinde olası problemler ve çözüm yolları bellidir, size düşen öğrencinin gölgesi gibi olmaktır sadece. Tüm aşamalar sonuçlanıp okula katılma dönemi geldiğinde ise okullardaki dine uzak ortamdan, ahlaki zaaflardan bahisle sizinle görüşmeye devam etmesi gerektiğini, hafta sonları görüşmenin ne kadar hayati olduğunu anlatırsınız. Tedbire, teyemmüme, ima ile namaza, okulda ne yapması/ ne yapmaması, hangi etkinliğe dâhil olmasına, kendisi hakkında okulda oluşan kanaate kadar anlatırsınız hafta sonları, yani bilinmezi sunarsınız ona. Bu bilinmeze kolayca/zahmetsizce ulaşabilmek öğrenciyi hem görüşmelere bağlar hem de yıllarca sürecek bir paranoyanın temelini atar; “benim okulda/meslekte durumum ne? Beni biliyorlar mı?” türünden sorular kafasını kemirip duracaktır.
Lise yıllarından alışılagelen bu hafta sonu görüşmeleri harp okulunda da mesleğe başlayınca da devam edecektir. Hizmet onların hayatı olmuştur artık. İyi/köyü her şeyi hizmet için yapacaklardır.
Yüzbinlerce insanın mensubu/sempatizanı vs. olduğu bu “cemaat” yapısında durumu en acınası, en çaresiz olanlar bu süreçlerden geçen o çocuklardır bana göre. Çocuk yaşta bazen maddi imkânsızlık bazen aile sosyolojisi nedeniyle kendilerini birer dişlisi olarak buldukları bu çarktan “birey” olarak çıkabilmeleri imkânsıza yakın bir mucizedir. Tek bir düşünce için tüm hayatını yaşayan bu insanlar, sözde güneşin peşinde kendilerini, en sevdiklerini ve ailelerini de yakmışlardır.
“Hakikat” güneşini ve dahi “kendi”lerini bulmaları dileğiyle.