"Enter"a basıp içeriğe geçin

BEN Mİ İFTİRACIYIM?

Benim hikayem de bir bakıma herkesinki gibi. Çocuk denecek yaşta içine çekildiğim bir girdap beni ve benim gibi on binlerce insanı 15 Temmuz gecesi fırlattı ve duvara çarptı. Geride işsiz kalan, kariyerini, işini, ailesini, özgürlüğünü, ülkesini kaybeden insanlar kaldı. Üzerinden 7 yıla yakın zaman geçti ve çoğu kişinin yargılanması bitti, cezaların yatarları bile pek çok kişi için bitti.

Ben de 2018 sonbaharında etkin pişmanlıktan yararlanan eski bir öğrencimin beyanı üzerine gözaltına alındım ve tutuklandım. İlk başlarda gözaltına alınmama neden olduğu, KHK ile ihraç olmama da dolaylı olarak sebep olduğu için yıllardır tanıdığım bu insana çok öfkeliydim. Ailemi, çocuklarımı arkada bırakarak cezaevine girdim ve her şey çok hızlı gelişti. Kendi iç dünyamda yaşadıklarımı anlamlandıramadan kendimi cezaevinde buldum. İşte burada yaşadıklarım ve tanık olduklarımdan sonra tüm hayatımı ve tüm inandıklarımı sorgulamaya başladım.

Cezaevinde kaldığım zaman diliminde “terör örgütü üyeliği” tanımlamasını hayalinde bile kurmamış, yıllarını dini duygularla hizmet etmeye harcamış insanlar gördüm. Hemen hepsi topluluk psikolojisinin etkisiyle topluluk içinde “dava” söylemini devam ettiriyorlardı. Birebir konuştuğumuzda ise cemaat içerisinde yaşadığı yanlışları, tanık olduğu hataları, biraz samimiyet gelişince de alet olduğu bazı karanlık ve kirli olayları anlatarak geçmişi ve cemaat yapısını sorgulamayan kimseyi görmedim. Hemen herkeste yurtdışına çilesiz ve kolayca giden ve orada yeni rahat bir hayat kuranlara karşı öfke vardı.

Hocaefendi söyleminin artık tamamen aidiyetlerini ilan etme fonksiyonu icra ettiğini fark ettim. Benim 11 ay cezaevinde kaldığım süreçte birlikte kaldığım hiç kimse Fetullah Gülen’i o eski günlerdeki gibi anmıyordu. Belki açıktan eleştirmiyorlardı ama eski sevgiden de eser yoktu. Mahrem hizmetler falan demek zaten cesaret isterdi. Cemaat adına illegal işler yapan mahrem yapıların ciddi bir öfke ve nefret duyulan bir topluluk haline geldiklerini söylemeliyim. Koğuştaki herkes bu yapılanmalara ve çalışma şekillerine, içlerinden tanıdıkları insanlara ağır hakaretler ediyorlardı.

Cezaevi sürecinde cemaatin darbe öncesinde geldiği noktayı insanların hatıraları üzerinden görme fırsatım oldu. Cemaat kurumlarında kısa bir dönem çalışmış olsam da benim bireysel tecrübelerimle gördüğüm ama çok da umursamadığım ekipçilik, adam kayırma, liyakati gözetmeden yapılan atamalar gibi konuların kronikleştiğini ve son dönemde işlenen kimi suçlara göre çok da hafif kaldıklarını gördüm. Sınav sorularını dağıtma, devlette ahlaksızca kadrolaşma, cemaatten olmayanların ayağını kaydırma, menfi olarak belirlenenlere acımasız kumpaslar kurma, kimi resmi evrakı abilere ulaştırma gibi artık cemaat tarifine sığmayan karanlık işlerin söylentiden ibaret olmadığını gördüm. Uzun zaman cemaatin propaganda aygıtlarının adeta gözümü kör ettiğini anladım. Toptancı yaklaşımların ve iddialara karşı üretilen toptancı cevapların benim gibi en alt seviyedeki insanları uyutmaktan başka işlevi olmadığını kahrolarak idrak ettim.

Hemen her görüşten sonra ağlama krizlerine giren, gelen her mektupla yeniden yıkılan, ailesinin, akrabalarının, mesai arkadaşlarının sırt döndüğü haberleri ile perişan olan, psikolojisini ve sağlığını koruyabilmek için türlü çareler arayan insanlar vardı içeride. İntiharı en az bir kez düşünmeyen hemen hemen kimse yoktu diyebilirim.

Cezaevi psikolojimi altüst etmişti. Toparlanıp etrafa bakmam ve kendimi, geçmişimi sorgulamaya başlamam 3 ayımı aldı. Biraz etrafı izledikten ve iç dünyamda sorgulama yaptıktan sonra etkin pişmanlıktan faydalanarak benim de adımı veren ders anlattığım eski öğrencinin yaptığını yargılamaktan vazgeçtim. Ona hak vermeye başladım. Bir dönem benim de içinde yer aldığım mahrem yapılanmada neler döndüğünü, nasıl çalışıldığını çok iyi biliyordum. Geçmişte kendime bile itiraf etmekten çekindiğim şeyleri polise veya savcıya anlatmam çok zordu.

Ama gün geçtikçe yanlış yaptığıma ve esas yaptığımın hakikate ihanet olduğu düşüncesi içimi kemirdikçe kemirdi. İddianamem yazılmıştı ve mahkeme öncesi avukatımla görüşürken beni nelerin beklediğini anlamaya çalıştım. Avukatımın cemaatten olmaması benim için bir avantajdı. Çekinerek ve korkarak avukatıma içinde yer aldığım “hususi hizmet” olaylarından bahsederek etkin pişmanlığı düşündüğümü, çünkü artık bu yükle yaşamanın çok ağır geldiğini söyledim.

Avukatım acele etmememi, iyice düşünmemi, bunun geriye dönüşü olmayan bir yol olduğunu, ikrarın neticelerinin sandığımdan da ağır olabileceğini anlattı bana. Uzunca düşündüm ama içimi kemiren bu suç şebekesi ile aynı çizgide olmak düşüncesi beni inanılmaz rahatsız ediyordu ve kararımı verdim.

Avukatım aracılığıyla savcılığa dilekçe verdim ve cemaatin bu arka yüzü denilen özel birimlerine yönelik bildiklerimi anlattım. Etkin pişmanlık beyanımı yaparken şunlara dikkat ettim: Mahrem işlere bulaşmamış hiç kimsenin ismini vermedim, bir dönem cemaat içinde bulunmuş ve ayrılmış hiç kimseden bahsetmedim, anlattığım her isim mutlaka mahrem işlerde bulunmuş kişilerdi. Zaman içerisinde benim tanıdığım ve ifademde yer alan ama birbirini tanımayan insanların benim anlattıklarımı teyit eden beyanları da doğru söylediğimi ortaya koydu. Yani benim adımı veren kişi nasıl doğruyu ifade ettiyse benim söylediğim her şey de doğrunun ifade edilmesiydi. Ne eksik ne fazla. Ne yaşadıysam, ne gördüysem onları anlattım. Benim anlatımlarım üzerine işlem görüp yine etkin pişmanlıktan yararlanan insanlar da oldu.

Evet ben de zorluk yaşadım, sıkıntı çektim ama bu asla birilerine iftira atmanın, yalan söylemenin verdiği bir vicdan azabından gelen sıkıntı değildi. Geçmişte içine bulaştığım işlerin sonucu olarak muhatap olduğum zorluklardı. Katkısız ve saptırmadan sadece yaşadıklarımı anlattığım için çok rahatım. Varsın hayatlarını yalanla örgütleyenler bana iftiracı desinler, varsın Hocaefendileri bana ve benim gibilere hizmet mürtedi desin, bunların hakikat planında sivrisinek vızıltısı kadar önemi yok benim için. Sanki taahhüt ve senet almışçasına sopa gibi gösterdikleri hesap gününde hepsi ile tek tek hesaplaşacağım.

Hakikat bazen sırtımızda bir kambur, vicdanımızda bir yük, boğazımızda bir düğüm olabilir. Ama bunların hepsi yalanın ve yalancılığın verdiği geçici huzurdan iyidir bunu unutmamak lazım. Ne cemaate ne hükümete ne de topluma yaranmak veya yanaşmak gibi bir derdim yok. Zaten cemaate göre hain, hükümet destekçilerine göre eski terörist topluma göre de suçlu etiketi ebedi üzerimde kalabilir. Bundan sonra tek amacım sonucu ne olursa olsun yalansız bir hayat yaşamak ve çocuklarıma da bunu öğretmek. Kimin ne dediği beni nereye koyduğu umrumda değil.

Unutmayın kimse sizden ve ailenizden kıymetli değil.    

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments