“Cemaat” veya “Hizmet Hareketi” açısından 15 Temmuz darbe teşebbüsü, bir taraftan yaklaşık 40 yıldır kutsadıkları “hizmetlerin” aksamaması için ihtiyaç duydukları istikrar ve düzen ortamını sunan DEVLET’in soğuk ve sert/acımasız yüzüyle doğrudan karşılaşmalarına bir taraftan da gelinen noktanın sebeplerini sorgulamalarına yol açmıştır.
Bir taraftan “en hayati kurumlarda siz de olmalısınız” hedefi için tüm yaşamlarını “adayan” cemaat mensupları zihinlerine adeta kazınan “dövene elsiz sövene dilsiz” düsturu ile 15 Temmuz ve sonrasında yaşananları açıklamakta zorlanmışlar ve başarısızlık üzerine yayılan “biz yapmadık, tuzağa çekildik, darbe değil tiyatro” şeklindeki resmî mahrem söylemi ile ikna olmuşlardır. Evet, bu durum “mahrem hizmetler”in cemaatin hem beyni hem de kalbi olduğunun da bir ispatı aslında. Cemaate gönül verenleri hâlâ etkileyebilen/manipüle edebilen ucu bucağı belirsiz bir yapı var karşımızda.
Yine bir tarafta “mahrem yapılanmayı” ve yaptıklarını kamuoyuna yeterince anlatamayan, tehlikenin ve kötülüğün boyutunu izah edemeyen, yetmezmiş gibi sivil ile mahremi ayıracak mekanizmaları/sistemleri hayata geçirmekte geç kalan veya yavaş davranan devlet otoritesi; diğer tarafta da “varlığını” zaten bürokratik ve hukuki boşluklar üzerine kurgulamış, hukuken ispatı/delillendirmesi oldukça zor, aysberg diyebileceğimiz “mahrem/hususi hizmet organizasyonu”.
Bu ikisi bir araya geldiğinde kaçınılmaz olan ise olaylarla/suçlarla yakından uzaktan ilgisi olmayan on binlerce insanın yaşayacağı/yaşadığı mağduriyetlerdir. Şunu tespit etmek gerekir ki, 15 Temmuz 2016’dan bu yana “mahrem-sivil” ayrımı yapılmadan acelece alınan her idarî ve cezai karar mahremin hanesine de “mağduriyet” olarak yazılmış ve kamuoyunda algı oluştumalarına malzeme olmuştur.
İşte bu durumun farkına varmak, sebep-sonuç ilişkilerini doğru anlamak ve yaşananların faillerini ortaya çıkarmak “cemaat” yöneticilerinin asli görevi/borcu iken her bir olayla ilgili ret ve inkâr politikası dayatma dışında 15 Temmuz 2016’dan bu yana yapılan bir açıklamaya/özeleştiriye şahit olamadık. Oysa “özeleştiri yapma/sorgulama ve hatalardan ders çıkarma” bu gibi durumlarda gerçek ile yalanı, suçlu ile suçsuzu ayırabilmenin temel şartıdır. Başta F.Gülen olmak üzere hiçbir yönetici özeleştiri yapmadı. Yaşananları, yapılanları/yapılamayanları, pişmanlıklarını anlatmaya cesaret edemedi.

Aksine GÜLEN geçmişte yaptığı üzere inkâr/tevil politikası güderek darbe girişiminin bir numaralı sivil planlayıcısı olan TSK imamı/sorumlusu Adil ÖKSÜZ ile ilgili olarak Finlandiya devlet televizyonuna verdiği röportajda “Adil ÖKSÜZ’ün kampa gelmiş olabileceğini, fakat Adil ÖKSÜZ diye birisini tanımadığını” belirtmiştir.
Başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere yurtdışında devam eden “cemaat faaliyetleri”nin sekteye uğramaması, sığınmacı/mülteci konumundaki cemaat üyelerinin bulundukları yerlerde hukuki olarak zor durumda kalmamaları gibi nedenlerin yanı sıra mahrem faaliyetlere bulaşmamış, 15 Temmuz’da yapılanlardan haberdar olmayan/tasvip etmeyen kitlenin cemaatten kopmaması gibi bir kısım maslahatın gözetilerek suskunluğun tercih edildiği anlaşılıyor.
Yazımızın başlığına konu olan “Mimir’in Kuyusu” mitolojik hikâyesine gelecek olursak:
“Odin, İskandinav mitolojisinde bilgelik ve savaş tanrısıdır. Tanrıların en yaşlısı ve en yücesidir. Odin geçmişte birçok isimle anılmıştır. Her şeyin babası,
darağacı tanrısı, ölümün efendisi, yüklerin ve mahkumların tanrısı… Odin, İskandinav mitolojisinin adeta mihenk taşıdır; birçok ülkede farklı şekilde anılır ve ona tapınılır.
Odin bilginin yüceliğini ruhunda taşır. Ruhu, dokuz diyara hakim olmak ister. Bu uğurda çektiği ızdırap onu yıldırmaz, ruhunu tüketmez. Evren henüz gençken, Odin dünyayı sonsuz bakışla görmek için Mimir’in kuyusunu arar. Bunun için kılık değiştirir. Uzun pelerinli ve şapkalı görünüşüyle devler diyarı Jotunheim’a gider.

Bilge Mimir ne bir tanrı ne bir devdir, o hafızanın bekçisidir. Kuyusu bilgeliktir, hayat ağacı Yggdrasil’i besler. Yggdrasil, ağaçların en görkemlisidir. Dokuz diyarın arasına kök salar ve onları birbirine bağlar.

Odin, Mimir’in kuyusundan bir yudum içmek istemektedir. Mimir’in kuyusundan içmenin karşılığı muazzam bir fedakârlıktır. Mimir’in istediği fedakârlık Odin’in sağ gözünü çıkarıp kuyuya atmasından hafif değildir. Mimir, bilgelik kuyusuna boynuzu daldırır ve içmesi için Odin’e sunar. Su soğuktur. Odin, suyu son damlasına kadar içer. İçtikçe bilgelik vücuduna yayılır. Artık iki gözüyle gördüğünden daha fazlasını tek gözüyle görebilmektedir. Böylece Odin her bilgiye haiz olur.
Odin’in gözü Mimir’in kuyusundadır. Yggdrasil’in kökleri tarafından korunur. Göz artık hiçbir şeyi görmez ve her şeyi görür.”
Zaman gazetesinde uzun yıllar muhabirlik yapmış olan Ahmet DÖNMEZ ise doğrunun/gerçeğin/bilginin peşinde koşarken, 30 yılı aşkın süre, bir şekilde içinde/yanında/etrafında bulunduğu “cemaat” ile ciddi kopuşlar yaşamak, sosyal/mesleki riskleri de göğüsleyerek adeta Mimir’in Kuyusu’ndan bilgelik suyunu içebilmek adına “cemaat gözünü” feda etti ve 8 ay boyunca (bir gazeteci olarak mutlaka edindiği bilgiler daha öncesine de dayanıyordur.) bilgelik suyunu içerken karşılaştıkları/duydukları/yaşadıkları “Cemaat İçeriden Adım Adım 15 Temmuz’a Nasıl Sürüklendi?” başlıklı yazı dizisinde vücuda geldi. Böyle bir yazı dizisi zaten böyle bir hakikat ve bilgelik arayışının ürünü olabilirdi.
Ahmet DÖNMEZ uzun yıllardır şeffaflıktan uzak durarak adeta kapalı bir kutu gibi davranan cemaat mahrem yapılanmasının bilinmeyen yönlerini etraflıca anlatmaya çalıştı. Bu çerçevede gerek cemaat tabanı gerekse Türk kamuoyu GÜLEN cemaatinin karanlıkta kalmış mahrem/hususi hizmetleri hakkında bilgi edinme fırsatını yakaladı.

Cemaatin (kendisini eleştirenler/hakaret edenler de dahil) çoğunun yazı dizisini merakla ve ilgiyle takip ettiği, zaten ayyuka çıkmış durumdaki “mahrem yapılanmayı” hâlâ inkâr ederek masumlaştırma çabasında olan kesimin yazı dizisine ilişkin yorumlarından da anlaşılmaktadır. Yazı dizisi boyunca “Mustafa Özcan ve ekibi, Mahrem hizmetlerdeki güç savaşları, Mehmet Değerli, hizmeti yeniden yapılandırma çabaları, Milsoft Olayı” gibi bölümlerle yakın tarih açısından çok önemli bilgileri bir araya getirdi ve sorularına cevaplar bulmaya çalıştı.
Ahmet DÖNMEZ cemaatin 15 Temmuz darbe girişiminde görev alan cemaat mensubu askerlerin veya mahrem/hususi hizmetlerde görev yapan sivil sorumluların bazılarının ifadelerinden ve tanıklıklarından alıntılar yaparak neden ve sonuç ilişkisine bağlı kalmak suretiyle kendi yorum ve değerlendirmelerine de yer verdi. Ahmet DÖNMEZ’in yorum ve değerlendirmeleri kamuoyunun ve cemaat kesiminin 15 Temmuz’un bilinmeyen yönlerini ve darbe planlaması yapan mahrem sorumlularının psikolojilerini daha iyi anlamalarına ve detaylara nüfuz etmelerine yardımcı oldu.
Dikkat çekici olan noktalar; yazı dizisinde adı geçen mahrem yöneticilerin tamamen sessizliğe gömülmeleri, resimleri/açık isimleri yayımlananların bile bir açıklama/röportaj/cevap hakkı gibi taleplerinin olmamasını yanı sıra, Türkiye’de hükümete yakın medyanın da neredeyse tamamen tepkisiz kalması, Türkiye kamuoyunda konunun meraklıları hariç yazılanların gündeme gelmemesidir. Ne yazık ki, ana akım medya ve sosyal medya “gerçeklerin iltifat gördüğü” mecralar değil.
Yazı dizisinin eleştirilebilecek yanlarını ise; okuma kültürünün günden güne zayıfladığı çağımızda bölümlerin uzun diyebileceğimiz boyutta olması, İngilizce/Almanca/Rusça vd. yabancı dillere tercümelerinin olmaması, dizinin son bölümünde veya ayrıca dizi için bir özet “okuma rehberi/kim kimdir” bölümünün yazılmayışı gibi şeklî eksiklikler olarak sayabiliriz.
Öte yandan hâlihazırda cemaati savunan gazetecilerin ve sosyal medya hesaplarının çoğunun Ahmet DÖNMEZ’in yazı dizisi aleyhinde yaptıkları yorum ve değerlendirmeler dikkate alındığında cemaatin üst düzey yöneticilerinin ve mahrem sorumlularının bu yazı dizisi nedeniyle geçmişte yaptıkları hataların/yanlış planlamaların etraflıca sorgulanmasından ciddi biçimde rahatsızlık duydukları anlaşılmaktadır.
Her koşulda cemaati savunmaya devam edecek kesimi bir kenara bırakacak olursak bu yazı dizisi cemaat genelinde mahrem yapı mensuplarının 15 Temmuz’a giden süreçte aldıkları kararların ve uygulamalarının cemaat tabanı tarafından sorgulanmasına vesile oldu.
Son tahlilde, Ahmet Dönmez bireysel gayretleri ile bugüne kadar yapılamayan belki bundan sonra da yapılamayacak olanı başardı ve tarihe çok önemli bir not düştü. Umalım ki gelecek nesiller tarihimizin en karanlık dönemlerinden birine ilişkin detaylar içeren bu emeği fark etsinler ve yaşananlardan dersler çıkarsınlar.